GDO’lara Karşı Biyolojik Güvenlik
Günümüzde pek çok
alanda genetiği değiştirilmiş organizmalardan (GDO) ve sentetik organizmalardan
yararlanılıyor. Örneğin GDO’lar kullanılarak ilaç ham maddeleri ve biyoyakıt
üretiliyor. İnsan hastalıkları ile ilgili bilimsel araştırmalarda da GDO’lardan
yararlanılıyor. Ancak pek çok iş için faydalı olsalar da bu organizmalar aynı
zamanda endişeye de neden oluyor. Çünkü çevreye yayıldıkları zaman insanlar ve
diğer canlılar için çok tehlikeli olabilecek potansiyele sahipler. Bu durum,
genetiği değiştirilmiş organizmaların çevreye yayılmasını engelleyecek
önlemlerin alınmasını zorunlu kılıyor.

Genetiği
değiştirilmiş organizmalar laboratuvarlarda özel kapların içinde tutulsa da bu
fiziksel koruma yönteminin tek başına yeterli olduğu söylenemez. Örneğin bir
deney kabının kazara kırılmasıyla içindeki genetiği değiştirilmiş bakteriler
çevreye yayılabilir ya da bir araştırmacı farkında olmadan kıyafetlerine
bulaşmış bakterileri laboratuvar dışına taşıyabilir. Dolayısıyla bu canlıların
çevreye yayılmasını engellemek için çok daha etkili önlemlerin alınması
gerekiyor.
Pek
çok araştırma grubu, genetiği değiştirilmiş organizmaların çevreye yayılmasını
engelleyecek biyolojik yöntemler üzerine araştırmalar yapıyor. Bugüne kadar
üzerine çalışmalar yapılan iki temel yöntemden bahsedilebilir. Birinci yöntem
GDO’ların oksotrof canlılara dönüştürülmesine dayanıyor. Oksotrof canlılar,
büyümeleri için gerekli çeşitli maddeleri kendileri üretemeyen ve bu maddeleri
dışarıdan temin eden canlılardır. Örneğin biz insanlar da oksotrof canlılarız.
Gelişimimiz için gerekli olan vitaminleri ve daha pek çok başka molekülü
dışarıdan temin ederiz. Oksotrof canlılara dönüştürülmeleri, GDO’ların
gelişimleri için dışa bağımlı olmalarına neden oluyor. Böylece, bağımlı
oldukları maddelerle beslendikçe yaşamaya devam edebiliyorlar. Ancak kazara
laboratuvar dışına yayıldıkları zaman kısa süre içinde ölüyorlar. Bu sayede
insanlara ve diğer canlılara zarar vermelerinin önüne geçiliyor. Yöntemin zayıf
tarafıysa, oksotrof canlılara dönüştürülen GDO’ların bağımlı oldukları
besinleri yayıldıkları ortamlarda da bulmalarının mümkün olması. Bu canlılar
gerekli besinleri çevrelerinden sağlayabildikleri sürece yaşamaya devam
edebilir ve mutasyonlar ya da yatay gen transferi (organizmalar arasında üreme
faaliyeti olmadan yaşanan gen aktarımları) gibi biyolojik süreçlerle
bağımlılıklarından kurtulabilirler. Böy-lece başlangıçta zararlı olmasalar bile
genlerinde meydana gelecek değişikliklerle zaman içinde tehlikeli canlılara
dönüşebilirler.
Genetiği
değiştirilmiş bakterilerin çevreye zarar vermesini engellemek için üzerine
araştırmalar yapılan ikinci yöntem ise bu canlıların çeşitli genlerini
etkinleştirerek belirli maddelere maruz kaldıkları zaman ölmelerini sağlamak.
Böylece istenildiği zaman bakterilerin zehirlenerek öldürülmesi mümkün oluyor.
Bu yöntemin zayıf tarafı ise etkinleştirilen genlerin daha sonra yeniden
etkisiz hale gelebilmesi.
ABD’deki
çeşitli üniversitelerde ve araştırma enstitülerinde çalışan bir grup
araştırmacı, genetiği değiştirilmiş organizmaların çevreye yayılmasını
engellemek için yeni bir yöntem geliştirdi ve bu yöntemi Escherichia coli
bakterileri üzerinde denedi. Bu yöntemde de, yukarıda bahsedilen ilk yöntemde
olduğu gibi, bakterilerin genleri değiştirilerek yaşamları bir maddenin
varlığına bağımlı hale getiriliyor. Ancak bu madde doğada bulunmayan bir
aminoasit olduğu için bakterilerin bu maddeyi çevreden temin etmesi mümkün
değil. Böylece bakteriler kazara etrafa yayılsalar bile kısa süre içinde
ölüyorlar.
Araştırmacılar,
önce kuramsal yöntemlerle istenilen bağımlılığı sağlayabilecek molekülleri
tasarlamış. Daha sonra ise bu maddeleri sentezleyerek E. coli bakterilerinin
genlerindeki 49 ayrı yere yerleştirmişler. Bakteriler yapay aminoasit olmadan
yaşamsal faaliyetlerini devam ettirmek için gerekli proteinleri
sentezleyemediklerinden, ancak bağımlı oldukları yapay aminoasit ile
beslendikleri ortamlarda yaşayabiliyorlar. Üstelik bakterilerin genlerinde çok
sayıda yapay aminoasit olduğu için bakterilerin mutasyon-lar yoluyla bu
aminoaside bağımlılıklarından kurtulmaları çok zayıf bir ihtimal. Bu durum,
yeni yöntemi daha önce üzerine araştırmalar yapılan eski yöntemlere göre çok
daha etkili hale getiriyor.
Sonuç
olarak geliştirilen yeni yöntem sayesinde genetiği değiştirilmiş E. coli
bakterileri ile yapılan araştırmaların çok daha güvenli hale geldiği
söylenebilir. Gelecekte benzer araştırmalar genetiği değiştirilmiş başka
organizmalar için de yapılabilir. Böyle-ce bu organizmalardan yararlanılırken
çevreye verebilecekleri muhtemel zararların önüne geçilmiş olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder